Ümran Avcı – Hasan Gören, “Eşikteki Kadın” romanıyla evlilik ve ilişkiler üzerine heyecan dozu yüksek bir hikâye anlatıyor. ‘Aynı yatağa farklı sırlarla giren’ çiftler, birbirlerini tanıyor sayılır mı? Karşımızdaki gerçekte gördüğümüz mü yoksa kendini gösterdiği kişi mi? Yazar, şüphe ve güven duyguları arasında gidip gelen okuru zemini kaygan eşikte tutuyor. Hikâye, 30’lu yaşlarındaki Nihal’in otomobiliyle evine dönerken bir yılanı ezmesiyle başlıyor. Anne olma arzusuyla yanıp tutuşan kadın istemeden öldürdüğü yılanın etrafa dağılan yumurtalarını fark ediyor. Hiç olmazsa yumurtadaki yavruya yaşama şansı vermek için sağlam olanı evine getiriyor. Bu nedenle de yılan yumurtasına gözü gibi bakıyor.
Gören, kadın-erkek ilişkisini pek çok kültürün mitolojisinde hayatı simgeleyen yılan üzerinden okuyor bir anlamda. Yılanın ‘avını bir bütün olarak yutabilmesiyle anne karnına dönüşü, yaşlanmış derisinin içinden taptaze çıkabilmesiyle yeniden doğuşu’ temsil ettiğine vurgu yapıyor. Yılan yumurtasının getirildiği ev Nihal ile Suat’ın şehirden uzak, yüksek teknoloji ve güvenlikle donatılmış yuvaları. İç mimar Nihal ile elektronik mühendisi Suat mutlu (!) bir evlilik sürüyor. Nihal’in aristokrat bir aileden gelmesi bile görünürde sınıf çatışmasına neden olmuyor. Hatta evlilikte dümen hep orta sınıf bir ailede geçim sıkıntısı ile büyüyen Suat’ın elinde.
Eşinizi tanıyor musunuz?
Nasıl ki zaman herkes için aynı hızla akmıyorsa, insanlar da karşısındakine aynı gözle bakmıyor. Romanda herkesin Suat’ı farklı. Petek’e göre eniştesi kibirli ve tam bir kontrol delisi. Nihal eşini işini şansa bırakmayan, temkinli ve gururlu bir insan olarak görüyor. Roman anlatıcısına göre ise Suat kusursuz bir diktatör olma potansiyeli taşıyor.
Denetim tutkusu nedeniyle bilgisayara meyleden, işinde son derece başarılı olan Suat, ilk projesinde Alzheimer hastaları için akıllı asistanlar geliştiriyor. Üzerinde çalıştığı ikinci proje ise sanal çocuk yaratarak eşlerin ebeveynliğe hazır olup olmadığını anlamaya yardımcı olmak. Gören; bu proje üzerinden romandaki karakterler aracılığıyla felsefi ve sosyolojik sohbetlere ortak ediyor okuru.
Annelerin de bir hayatı var
“Eşikteki Kadın” aynı zamanda bir yüzleşme romanı. Anne-kız, karı-koca, kayınvalide-gelin. Romanda Nihal anne olma hayaline tutunarak yaşıyor. Ancak anneliğin kadının yaşamını sekteye uğratabileceği, yarım bırakabileceğine yönelik farklı bir görüş de hâkim. “Benim de bir hayatım var. Mesleğimle ilgili hayallerimin çoğunu bırakıp atmak zorunda kaldım” diyen Nihal’in annesi gibi.
Okur, Nihal’in büyük büyükannesi Nigâr Hanım (Sultan Reşad’ın mabeyincilerinden birinin büyük kızı), Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu babaannesi Münevver Hanım ve sanatla ilgilenen annesi Nalan Hanım üzerinden de üç kuşak kadının dünyasına mercek tutuyor. Bu kadınların hayata karşı duruşlarıyla şekillenen yaşamlarına odaklanıyor. Hikâye içindeki hikâyeler kadının gücüne övgü niteliğinde. Dönemin aydınları ile yolları kesişen bu güçlü kadınların yaşanmışlıkları aracılığıyla Nezihe Muhiddin, Behice Boran, Ruhi Su, Cevat Şakir’e selam gönderiyor Hasan Gören.
Nihal’in annesi ile yüzleşirken sarf ettiği sözler ise yolunu kaybeden, eşikte bekleyen tüm kadınların isyanı niteliğinde “Ne istediğimi bilip hayattaki yerimi bulabilmek için önce üzerime yapıştırılanları kazımam gerekti. (…) Bana ait olmayanlardan kurtulacağım derken her yerimi yara ettim. Bazıları kabuk bağladı ama bazıları hâlâ açık duruyor bunların.” Kim bilir belki de eşikte kalmaktan kurtulmak için adım atma cesaretini göstermenin zamanı gelmiştir.